top of page

Bir Kurşunla Değişen Toplum: Fransa'nın Yüzleşmesi Gereken Gerçekler

  • Yazarın fotoğrafı: Deniz Metin
    Deniz Metin
  • 3 Tem 2023
  • 4 dakikada okunur

ree

Bir kurşun, sadece 17 yaşındaki bir gencin değil, bir ülkenin kalbini de durdurdu. Tüm Fransa, bu genç hayatın erken ve vahşice sona erişine tanıklık etti, sokaklar öfke ve yasla savaş alanına döndü. Peki, bu olay sadece polis şiddetine bir tepki mi, yoksa daha fazlasını mı işaret ediyor? Aslında bu hafta, Kurban Bayramı'nın ve yeni açıklanan asgari ücret rakamlarının ekonomik etkilerini konu almayı planlamıştım. Fakat, birdenbire patlak veren bu olaylar, beni bu trajediyi ve devam eden toplumsal olayları incelemeye yönlendirdi. Gelin, hep birlikte bu olaylara farklı bir açıdan bakalım.


Gözlerimizi bir an için 1950'lere çevirelim, savaşın yıkımı hala etraftayken, diğer taraftan devasa sömürü imparatorluğu boyunduruk altındaki sömürgelerinin bağımsızlık savaşları ile mücadele veriyordu. Savaş, iş gücünü felç etmiş ve işçilik, altından daha değerli hale gelmişti. Sistemin ayakta kalabilmesi için, ucuz iş gücüne ihtiyaç vardı. Doğu ve Güney Avrupa'dan insanlar, bu açığı doldurmak üzere Fransa'ya akın etmeye başladılar. Fakat işgücüne olan açlık bu kadar büyüktü ki, önce Türkiye'den, ardından bağımsızlık savaşları sırasında düşman olan eski sömürge devletlerinden binlerce göçmen Fransa'ya adeta akın etti. 1960'lara gelindiğinde Fransa nüfusunun %6'sını göçmenler oluşturuyordu. Bu oran, yıllar geçtikçe bu oran arttı ve resmi rakamlara göre bugün 67 milyonluk nüfusun yaklaşık olarak %11'i göçmenlerden oluşmaktadır.


Bu göç dalgasının başlangıcında, gelen göçmenlerin çoğunluğunun Avrupa kökenli olması nedeniyle göçmenler içinde Müslüman nüfusunun oranı oldukça düşükken, zamanla bu durum önemli ölçüde değişti. 1960'larda, göçmenlerin yalnızca beşte biri kendilerini Müslüman olarak tanımlarken, günümüzde bu oran her iki göçmenden birine yükselmiştir. Farklı din ve kültürün, kıta Avrupa’sında ve özellikle de Fransa'da yayılması, korkunun yeni yüzlerini - İslamofobi ve ırkçılığı - doğurdu. 1960'larda, Fransa nüfusunda etnik Fransızların oranı %94 seviyesindeyken, ırkçı parti sadece %5'lik bir oy oranına sahipti ki bu sadece etnik Fransızlar içinde bile %5,2 gibi oya denk gelmektedir. Ancak bugün, ırkçı parti, cumhurbaşkanlığı seçimlerde %23 oy oranı ile ikinci parti olmuş ve seçimin ikinci turuna kalmıştır. Hatta sadece etnik Fransızlar’ın içinde bu oran %32-33'e seviyelerine kadar çıkmaktadır. Hâlbuki ne güzel demişti 'Farklılıklarımız, birlikteliğimizin kanıtıdır.' diye Victor Hugo, ama bu birliktelik giderek daha çok tehdit altına girmekte.


Tabii ki bu tırmanış yeni yüzyıla gelindiğinde okullarda türbanın yasaklanması ve Müslümanların haklarının kısıtlanması gibi sonuçlar doğurdu. Ve bu da zaten fakirlik içinde yaşayan göçmen toplulukları, giderek radikal İslam'ın etkisi altına soktu.


Bununla birlikte ekonomik zorluklar da artıyordu. 2018'de asgari ücretli net olarak 1.185 Euro gelir elde ederken, hızla artan petrol fiyatları hayatı dar gelirli için iyice yaşanılmaz hale getiriyordu. Artık insanlar için bir kıvılcım gerekliydi ve hızla artan yakıt fiyatlarıyla birlikte, kıvılcım ateşlendi.


Sarı yelekliler hareketi, Kasım 2018'de bu kıvılcımın patlamasıyla başladı. Protestocular, Fransız hükümetinin akaryakıt vergilerini ve yaşam maliyetlerini artırma planlarına karşı çıktılar. Ancak, bu hareket, çok geçmeden ekonomik adaletsizlik ve Fransa'nın demokratik sürecine yönelik genel bir memnuniyetsizlik eylemine dönüştü. Fransa'nın sarı yeleklerle dolu sokakları, halkın artan ekonomik baskılara karşı bir isyanın sembolü haline geldi. Albert Camus'nun dediği gibi, 'Bir ülkedeki adaletsizlikler, o ülkenin iç barışını tehdit eder ve adaletsizliğin olduğu yerde, düzen de yoktur.’ İşte tam bu sözlerde belirttiği gibi insanlar adalet ve kendilerinden çalınan gelecekleri için mücadele etmeye başladılar ve başardılar. Direnişlerinin sonucunda tamamı olmasa da çoğu isteklerini hükümete kabul ettirdiler.


Ama aradan geçen zamanda 2018 yılındaki kazanımları pandemi ve hemen arkasından oluşan yüksek enflasyon dalgası ile eridikçe eriyordu. Tıpkı İran'da Mahsa Amani'nin öldürülmesinin hükümet karşıtı protestoları tetiklediği gibi, 17 yaşındaki Nahel M.'nin ölümü de birikmiş öfkenin patlamasına neden oldu. Aslında orada protesto ettikleri 17 yaşındaki çocuğun öldürülmesi değildi sadece. Yıllarca ezilmiş, dışlanmış, ötekileştirilmiş ve adeta modern zamanların kölesi haline getirilmiş olmalarını protesto ediyorlardı. Aynı 2018 yılında olduğu gibi kaybettikleri için sokağa çıkıyorlardı. Tabii ki her toplumsal eylemde olduğu gibi burada da radikal gruplar devreye girmiş ve yağma, kundaklama gibi hukuki olmayan ve şiddet içeren yollara başvuranlar oldu. Halbuki Mahatma Gandhi’nin dediği gibi ‘Düşmanın silahlarıyla savaşırsan, yenilgiye uğraman gerekmez.’. Yapılan hiçbir hukuksuzluk başka bir hukuksuzluğu meşru hale getirmemelidir.


Geri kalmış ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki ekonomik farklar bu kadar fazla olduğu sürece bu göç hareketinin daha da yüksek bir hızla artacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Ayrıca insanların her birinin birer birey olduğunu ve aynı yaşam haklarına sahip olduğunu görmezden gelip, onları sadece istatistiki birer sayı olarak görmeye devam edersek, bu sorunların daha da artacağını tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Hannah Arendt, 'Kimse dünyanın bir yerinde adaletsizliğe maruz bırakılamaz, çünkü adaletsizlik her yerde hüküm sürer.' demişti. Bu söz, tüm insanlar için geçerlidir, ister Fransız olsun, ister göçmen.


Bu nedenle Afrika özelinde tüm geri kalmış ülkeler için, sadece vicdanımızı rahatlatmak için aklımıza geldikçe gıda yardımı yapmak için İBAN’a para göndermek yerine, onlara nasıl eğitim verebileceğimiz düşünmeliyiz, sömürmek yerine oraları kalkındırmayı düşünmeliyiz. Sonuçta, Victor Hugo'nun dediği gibi, 'Her çocuğu eğitmek, dünyayı değiştirmek demektir.' Bunun ne kadar zor olduğunu biliyorum, ama alternatifinin daha fazla yoksulluk, daha fazla ırkçılık ve daha fazla çatışma olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız.


Ne için savaştığını bile bilmeyen, ama savaşıyla silah baronlarını zengin eden kabileleri birbirine düşürmekten vazgeçmemiz gerekir. Bu çabaları, öncelikle onlar için, ama sonrasında ise tüm insanlık için sürdürmeliyiz. Martin Luther King Jr.'ın unutulmaz sözlerini hatırlayalım: 'Birlikte yaşamayı öğrenmezsek, hepimiz birlikte öleceğiz.' Eğer birlikte yaşamayı öğrenirsek, belki de farklı etnik gruplar ve inançlar arasında bir köprü kurabiliriz.


Tabii gözünü bile kırpmadan 17 yaşındaki bir çocuğu vurabilecek kadar gözü dönmüş bir cani ve onun gibi düşünenler içinde birkaç şey söylemek gerekir diye düşünüyorum, ama uygun kelime bulamıyorum. Bu genç kardeşimiz için de sadece yapabileceğimiz dua etmek diye düşünüyorum. Umarım adalet yerini bulur.


Bu haftalık benden bu kadar umarım yazdıklarım faydalı olmuştur. Haftaya yeni bir konuda görüşene kadar hoşça kalın.

Yorumlar


© 2023 Deniz Metin 

Bu sitedeki yazılar, yazar adı ve site kaynak gösterilmeden kullanılamaz

  • Instagram
  • Grey Twitter Icon
bottom of page