Enflasyon nedir?
- Deniz Metin
- 6 Eki 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Eki 2023
Enflasyon, fakirin cüzdanını daha da hafifleten, zengini ise bolluğa sürükleyen sosyal adaletin en büyük düşmanıdır. Latince'de 'şişme' anlamına gelen 'inflatio' kelimesinden türemiş, fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve hissedilir artışını ifade eder. Diğer bir tanımı nominal millî gelirin, bu gelirle satın alınan mal miktarına (gerçek millî gelire) oranla artması, yani şişmesidir. Tabii ki aynı zamanda beraberinde getirdiği sosyoekonomik ve psikolojik yansımaları da kapsar. 16. yüzyılda, Avrupa'nın coğrafi keşiflerinin ardından bu terim, özellikle para arzının şişkinliği ve tüketici fiyatları üzerindeki etkisi için kullanılmıştır. Fakat 20. yüzyıla gelindiğinde, 'enflasyon' birçok farklı boyutuyla anılmaya başlamıştır.
Bu uzun ve sıkıcı tanımdan sonra konuyu daha anlaşılır hale getirmek için, Osmanlı döneminde elma ticareti yapan tüccar Hüseyin Amca ve bu ürünü üretip Hüseyin Amca’ya satışını yapan Ahmet Amca'nın yaşadığı bir köy düşünelim; Her şey normal bir şekilde seyir ederken, Hüseyin Amca kilosunu 2 akçeye satın aldığı elmaları Osmanlı Sarayına 3 akçeye satıp, kazandığı para ile kendi ihtiyaçlarını karşılıyordu. Bir gün öyle bir şey oldu ki, Hüseyin Amca saraydan aldığı akçelerle kendi ihtiyaçlarını almak için çarşıya gittiğinde fiyatların eskisinden farklı olduğunu fark etti. O dönem için nedenini anlaması pek mümkün değildi. Alım gücünü yeniden eski seviyesine çekmek için ürünlerini 4 akçeye satmaya karar vermişti ki, her şeyin fiyatının arttığını gören Ahmet Amca artık elmaların fiyatının 3 akçe olduğunu söyledi. Hüseyin Amca kendi maliyetindeki artışı ve genel fiyatlardaki artışa yetişebilmek için saraya sattığı elmaların fiyatını bir anda 4 değil 5 akçe yaptı.
Tabii ki yukarıdaki örneğin bir anda olması pek mümkün olmasa da, aslında olan şudur; 1 akçenin gümüş madeni olarak ağırlığı zaman içerisinde 0,77 gr’dan savaşlar ve ekonomik zorluklar, gümüş madenlerindeki zorluklar gibi durumlar neticesinde 0,31 gr’lara kadar düşmüştür. Bu, elinizde aynı miktarda gümüş varken ve üretim seviyesi de yine aynıyken, piyasada artık neredeyse iki katından fazla para bulunmakta olduğu anlamına gelir. Arz ve talep dengesi devreye girip, paranın bu kadar çok olması ürünlerin fiyatını artırmakta, yani paranın alım gücü düşmesine neden olmaktadır.
Enflasyon, gelir dağılımındaki adaletin sağlanmasının önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve bu durumdan en büyük zararı ücretli çalışanlar ve yerli para birimi cinsinden tasarrufu olan kişiler görmektedir. Tabii tasarruf sahipleri bu durumu tolere edebilmek için tasarruflarını gayrimenkul veya kıymetli madenler gibi araçlara aktararak değerini koruma yoluna gidebilirken ücretli çalışanların tek yapabildiği fiyatı daha da artmadan temel ihtiyaçlarını karşılamak ve bir an önce zam döneminin gelmesi beklemek olmaktadır.
Eğer enflasyon bu kadar kötü sonuçlar doğuruyorsa, neden gelişmiş ülkelerde bile sınırlı oranda enflasyon bulunmakta diye düşünürsek, enflasyonist ortamda tüketiciler fiyatlar genel seviyesinin daha da yükseleceği beklentisi ile harcamalarını öne çekip, değer kaybından biraz olsun kurtulmak isteyecektir. Yatırımcı ise fiyat artışı beklentisi ile karını daha da arttırmak için yeni yatırımlara yönelip işletmesini büyütmek isteyecektir. Bu, ekonomide canlanmaya ve büyümeye yol açacaktır. Ancak burada önemli olan büyümenin reel olarak sağlanabilmesidir. Enflasyonist ortamlarda büyüme, enflasyondan arındırıldığında bile genellikle pozitiftir ama sosyal adaletin bozulması yönüyle olumsuz etkileri de vardır.
İşte bu noktada hükümetlerin tercihleri devreye girmektedir. Eğer hedefiniz yüksek büyüme hızıysa, bu yolu tercih edebilirsiniz. Bazı durumlarda durgun ekonomiyi canlandırmak için dahi (Covid-19 döneminde Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi) bu yola başvurulabilir. Bu noktada akıllara akıllara İsmet İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı sonrası seçim meydanında “Sen bizi aç bıraktın, ekmeksiz bıraktın” sözüne karşı olarak “Ben sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım.” cevabını vermesi gibi tercihler devreye girmektedir. Enflasyonist bir büyüme seçen bir hükümette, “Ben sizi fakir bıraktım ama işsiz bırakmadım” savunmasını yapabilir. Ya da tercihini sosyal adaleti sağlayıp, yavaş ama sağlıklı bir büyümek olarak belirleyip, enflasyon ile mücadele etme yoluna gidebilir.
Sonuç olarak, enflasyon ekonomideki en önemli konulardan biridir ve bu nedenle merkez bankalarının en önemli görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu doğrultuda sürekli ölçümler yapıp, elindeki para politikası araçları ile bu dengeyi sağlamaya çalışırlar. Ama yukarıda akçe örneğinde olduğu gibi kamu harcamalarının artması tüm ekonomik dengelerin bozulmasına neden olmaktadır. Kamu maliyesinde tasarruf sağlanmadan, yalnızca para politikası önlemleri ile enflasyonla mücadele etmek mümkün değildir.









Yorumlar