FİLİSTİN
- Deniz Metin
- 10 Eki 2023
- 3 dakikada okunur

Uğruna defalarca Haçlı Seferleri düzenlenen, Hz. Musa'nın 'vaadedilmiş topraklar' olarak nitelendirdiği, ve İslam dininin ilk kıblesi olan Kudüs'ü merkezine koyan Filistin... Bu topraklar, yüzyıllar boyu üç semavi dinin kutsal kabul ettiği, fakat huzurun bir türlü yerleşemediği bir coğrafya. Peki, neden bu topraklar sürekli yas ve acıyla yankılanıyor? Neden burada, çocukların bile gözleri yaşlı, yürekleri buruk? Hamas'ın son saldırıları ve İsrail'in karşılığı, bir kez daha dünyanın gözlerini bu yorgun topraklara çevirdi. Ancak bu trajedinin ardındaki sebepler, yüzyılların ağırlığı altında ezilmiş, ama hâlâ çözülememiş sorularla dolu. Ve belki de bu soruların yanıtlarını bulabilmek için, bu kutsal ve kanlı toprakların derinliklerine inmeliyiz.
Bugün yaşananları anlamak için, 1948 yılından günümüze kadar olan süreci incelemek, bize yeterli bir perspektif sunacaktır. İkinci Dünya Savaşı'nı kazanmış olsa da askeri ve ekonomik olarak yorgun düşen Büyük Britanya, Filistin Mandası'ndan çekilmeye karar vermişti. Bu kararın hemen ardından, 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşu ilan edildi ve sadece bir gün sonra, Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak, İsrail'e savaş ilan ettiler. Bu savaş, birçok Filistinli Müslüman'ın göç etmesine ve maalesef birçoklarının hayatını kaybetmesine yol açan bir sürecin sadece başlangıcıydı.
Günümüzde İsrail'in işgali altındaki Gazze Şeridi, 360 km2 gibi çok küçük bir alanda, adeta bir insan yığını gibi 2 milyon civarında insana ev sahipliği yapmakta. Kişi başına milli gelirin sadece 600 dolar civarında olduğu bu topraklarda, nüfusun yarısı 14 yaşın altında ve bu çocukların eğitime ulaşması ise neredeyse bir mucize gerektiriyor. Batı Şeria da benzer bir tablo çiziyor; yaklaşık 2,5 milyon nüfus, kişi başına sadece 1.100 dolar milli gelir ile fakirliğin ve çaresizliğin bir sembolü adeta. Öbür taraftan İsrail ise; 9,5 milyon nüfusu, kişi başına 42.500 dolar milli geliri, yüksek okur-yazarlık oranı ve Nobel ödüllü bilim insanlarıyla bir başka dünyanın kapılarını aralıyor.
Bu durum, "Coğrafya kaderdir" sözünü hem doğrular nitelikte, hem de tam bir antitezini oluşturuyor. Elbette, İsrail'in dünya genelinden sürekli olarak eğitimli insan göçü alması, diasporadaki soydaşlarının desteği ve etkin lobi faaliyetleri tabii ki göz ardı edilemez. Yine aynı şekilde Gazze ve Batı Şeria'nın İsrail tarafından abluka altına alınması ve gelişmiş olarak nitelendirilen batılı ülkelerin birkaç istisna dışında hiçbirinin tanımadığı bir ülkenin vatandaşı olması izolasyonları daha da derinleştirmektedir. Bu yüzden, Filistin'de yaşayan bir Müslüman olarak önceliğiniz ne yazık ki eğitim olamıyor. Ancak bu karanlık kaderi yıkmanın yolu da eğitimden geçiyor ve bağımsız bir eğitim politikası için önce bağımsız bir devlet olmak gerekiyor.
Ve işte burada, tercihler devreye giriyor: Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) diplomasisi mi, yoksa Hamas'ın arada masum insanları da hedef alan silahlı mücadelesi mi? İsrail'in bir terör devleti olduğunu, masum sivillerin can kayıplarını umursamadığını belirtmeden geçemem. Ancak unutmamak gerekir ki, "Eğer düşmanın silahıyla savaşıyorsan, artık bir düşmana ihtiyacın yoktur." Yani, İsrail'in masum insanları katletmesi ne kadar yanlışsa, aynı şeyi yapmak da o kadar yanlıştır. Masum insanları katletmek İslam hem de Yahudilik inancında lanetlenmiştir. Elbette ki askeri olarak bir gücünüz yoksa diplomasi olarak eliniz daha zayıf olur. Hele hele karşınızdaki tüm dünyada lobi faaliyeti deyince akla ilk gelen ülkeyse bu kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ama bu masum insanları katletmenin gerekçesi asla olamaz. Aynı şekilde İsrail’in kadın, çocuk demeden sivil insanların üzerine bombalar yağdırması ne uluslararası hukuka ne de insanlığa sığmayan bir davranıştır.
Ülke olarak, dini ve kültürel bağlarımız olan mazlum Filistin Halkı’nın sonuna kadar yanında olmak bizim için zorunluluk olmalı. Ancak bu durum, terörü ve masum insanların ölümünü göz ardı etmemizi gerektirmez. İşte bu nedenle, Filistin halkının yanında olurken, terörü ve masumiyetin katledilmesini de şiddetle kınamalıyız. Aynı zamanda, ticari ilişkilerimizin sürdüğü İsrail ile diplomatik dengemizi koruyarak, Ukrayna-Rusya Savaşı'nda olduğu gibi arabuluculuk yaparak daha fazla kan dökülmesinin önüne geçmeliyiz.
Unutmamak gerekir ki, insanlar dostluk veya düşmanlıklar kurabilirler, fakat devletlerin böyle bir lüksü yoktur. Devletler, çıkarlarına uygun rasyonel kararlar almakla yükümlüdür. Tabii ki bu rasyonellik, karar verme süreçlerinde insanlığın da gözetilmesini gerektirir.
Sonuç olarak, insanın olduğu yerde anlaşmazlıklar da kaçınılmazdır; bu, varoluşumuzun bir parçasıdır. Ancak eğer bu anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözemezsek, diğer vahşi hayvanlardan hiçbir farkımız kalmaz. İşte bu yüzden, sulh yoluyla çözüm aramak sadece bir tercih değil, aynı zamanda bir insanlık görevi olmalıdır.
Comments